İçimiz değişir, kelimelerimiz değişir.
İrili ufaklı yaralarımız var hepimizin; bazen inciniyor, hayal kırıklığına uğruyoruz. Geçiyor gidiyor hepsi, unutuluyor diyoruz. Fakat ruhsal yapımız unutmuyor. Zihnimiz inanç olarak, kalbimiz duygu olarak, bedenimiz ise his olarak kaydediyor. Hiçbir şey unutulmuyor.
Bu kayıtlar belirli bir eşiği geçtiğinde, ruhsal sistemimiz bununla baş etmek için önce inkâr ederek veya yansıtarak gerçekliği görmezden geliyor. Sonra bütün duygusal birikimleri bastırıyor. Bastırdığı duygusal yükleri kaldıramaz hale geldiğinde ise ruhsal sistem, benliğini parçalayarak kısımlara ayırıyor. Bütün parçalar darmadağın olup ruhsal mekanizmanın tutunacağı yer kalmadığında ise sistem yapabileceğinin en iyisini yaparak kendini idare edecek ruhsal savunmalar geliştiriyor. Bu savunmalar ise kararlı hale dönüştüğünde kişilik zorlantıları oluşuyor.
Bizim narsisist (Neden bu kadar kendini düşünüyor?), şizoid (Neden insanlardan uzaklaşıyor?) diyerek etiketlediğimiz kişiler, birilerine köle olmamak veya incinmemek için kendine bir savunma yolu seçmiş olabilirler. Daha birçok kişilik zorlantısı; değersizlik, yetersizlik, sevilmezlik ve güvensizliğin acısını hissetmemek için yıkıma uğramış benliğin biraz nefeslendiği yalancı sevgililerdir denebilir.
Özetle;
Ruhsal organizmanın savunmaları nelerdi?
Önce inkâr ve yansıtma,
Sonra bastırma,
Sonra parçalanma.
İyileşmenin ilk düğmesi farkındalık ve kabul: “Benim bir sorunum var ve bu ondan, bundan, şundan kaynaklanmıyor. Bu, benim ilk ruhsal örgütlenmemin şimdiki ihtiyaçlarımı karşılayamamasından kaynaklı. Kendimi yeniden var etme sorumluluğu bana ait ve kendimi iyi edecek kaynağın ise bende mevcut olduğunu kabul ediyorum.”
İyileşmenin ikinci düğmesi ise cesaret: “Bastırdığım duyguları hisleri ve inançları dehlizlerinden çıkarıp işlemleme yürekliliğini gösteriyorum.”
Son iyileşme düğmesi ise bütünleşme: “Benliğimin geçmiş kırılmaları nedeniyle yüklendiği duygusal birikimi boşaltıp parçalanmış yanlarını bütünleştiriyor ve bir araya getiriyorum.”
Netice itibariyle: “Gerçek benliğimi kendi tahtına oturtarak özgürleştiriyorum.”
Bu yola değer mi? Sizce kölelik ve özgürleşme arasında hangisi emek vermeye değer?
Bana sorarsınız, özgürlük için çocukluk hapishanesinden firar etmek yani özgürleşmek.
Ya sizce?